Anlatıma Dair
Anlatıma Dair
Biri bir şey gördü.
Bir şey hissetti. Tüm gün üzerine düşündü. İçi içine sığmayan bir halde
etrafa saçmak istedi düşüncelerini. Anlatmaya değer gördüğünden de değil,
yalnızca tuhaf bir yük teşkil ediyordu düşünceleri, içinde tuttukça. Tuttu birini,
ne düşündüyse anlatmaya çabaladı. Ne var ki sandığı kadar yardımcı olmuyordu
kelimeler. Tekledi, bekledi ve sustu en sonunda. Pes etmemişti belki ama anladı
ki sözleri de düşünmeliydi anlatmadan önce. Planlamalıydı.
Başka bir zaman oldu. Sürekli nasıl anlatacağını
düşünüyordu. Sözleri inceliyor, pratikler yapıyordu. Artık oyunlar
oynayabiliyordu onlarla. Sonra heyecanına yenik düşüp tuttu birini daha.
Anlatmaya çalıştı. Kelimeler akıyordu bu sefer. Biri çıkarken ağzından öbürünü çekip
çıkartıyordu. Tek yapması gereken ağzını açmak oldu bir süre sonra. Çok keyif
alıyordu bu durumdan. Yalnız bir an için ne anlattığına odaklandı. Şaşırdı ki
kelimelerin güzelliğinden başka hiçbir şey yoktu kayda değer. Karşısındakine
baktı sonra. Sıkılmış gibiydi dinleyici. Sustu. Önceki seferiyle kıyasladı bu
denemeyi. Konuşmadan önce hiçbir şey hissetmemişti bu defa. Demek ki bir şey
hissetmek gerek düşünmek için, sonra da sözleri seçmek anlatmak için.
Mecbur bekledi hissedecek bir şey. Uzun uzun bekledi. Ama
sabırla bekledi. Bu kez hem anlatacağı hem de anlatımı güzel olacaktı. Beklemek
sıkıcı gelmeye başladı. Sinirli ama sabırlı bekliyordu. Zaman zaman kendini
kandırıp yalancı duygularla kaplıyordu aklını. Sözde anlatmaya değer görüyordu
bunları. Neyse ki fırsat vermeden frenliyordu kendini. Ne kadar sonra neredeyse
hissetmeyi ummaktan vazgeçeceği sırada çıkageldi beklenen. Aradığından misliyle
fazlaydı hatta. İlk başta sırf düşünmek, sindirmek için günlerini harcadı.
Çocuğunun büyümesini bekleyen bir anne şefkati ve itinasıyla tuttu içinde.
Planlamaya başladı daha sonra. Tek tek seçti laflarını. Hepsinin içine
sinmesini istiyordu. Hemen sonra tuttu bir başkasını. Tam da tasarladığı gibi
içindeki çocuğu sözlerine doğurdu. Emzirdi, öptü, güldürdü, büyüttü ve sundu
karşıdakine. Gururlu, emin ama heyecanlı bir şekilde süzdü onu. Acaba
bunca zamandır mükemmelleştirdiği bu projenin sonunda nasıl bir reaksiyon
alacaktı?
Gördüğü şeye şaşırdı yine. Tam da beklediği gibi heyecanlı
bir şekilde dinlemişti karşıdaki lakin tatmin edici bakmıyordu. Bekledi.
Çekildi bir kenara ve izlemeye koyuldu dinleyicisini. Gördü ki bir süre sonra o
da gidip kendisine anlatılan tutumla anlatmaya çalıştı tuttuğu herhangi birine.
Ne yapıyordu ki şimdi böyle? Neden bu şekilde körlemesine harcıyordu bu konuyu?
Kendisi günlerce düşünüp günlerce anlatımına çalışmışken o nasıl bu denli
pervasız olabiliyordu? Yine şaşkın üstelik bu defa üzgün de bir şekilde
anlatımı dinlemeye koyuldu.
Kendi çocuğu değildi. Üzerine günlerini feda ettiği,
başarısızlıklarından ders alıp çıkardığı sonuç bu değildi. Eciş bücüş olmuş ve
sanatçısından ayrılmış biçimde çarçur ediliyordu bu yabancının ağzında
kıymetli konusu. Yalnız ulaşılması imkansızdı artık ona. Dudaklarını da kıssa, elleriyle kapatsa da ağzını, nafile. Uzaklaştı oradan. Oturdu bir yere.
Titriyordu. Hakkı yenmiş, oyuncağı elinden alınmış gibiydi. Daha doğrusu hem
elinden alınmış hem de yere çalınmıştı. Ne kadar çabalasa da geri alamayacaktı.
Bir ders çıkardı sonra. Bir kez daha. Diğerlerinden daha kalıcı, daha son bir
ders:
"Belki susmak... kendine saklamak... tüm yüküne rağmen o en verimlisi.
Anlatan da anlayan da doğurgan zihinden başarılı
olmayacak
ve her şey bu savurganlığı hak etmiyor."
Yorumlar
Yorum Gönder